harun yavruoğlu

YUMURTANIN SARISI

 Harun Yavruoğlu

Tarih: 11.12.2010 Saat: 09:04:17
Eleştirel anlamda sürekli olarak yazılıp çiziliyor olsa da değişen hiçbir şey yok güçler cephesinde. Yine bilinen nakaratlar duyulmakta… Dayak yiyen yediği ile kalmakta.

Sade yumurtalı protestolara; coplu, tekmeli, küfürlü ve gazlı karşılıklar verilmekte…
Ancak bir siyasi yetkili;
yumurtalı tepkinin insan sağlığını ciddi biçimde tehdit ettiğini,
Allah korusun insanı kör dahi edebileceğini belirterek
çok çok önemli ve tarafsız (!) tespitlerde bulunmuştur.
Bulunmuştur da copun, tekmenin ve gazın insan sağlığına olumsuz katkısından bahsetmemiştir.
Yumurtanın esas zararı karizmayı çizmesidir.
İnsanı bir miktar mahcup hallere sokmasıdır.
Bu şekilde yenen yumurta görenleri de bir miktar
müstehzi bir şekilde güldürmesidir.
Yumurta öyle kolesterolü, kan şekerini yükseltmez.
Kalbe ve beyne zararı yoktur.
Biraz öfkeyi tetikler o kadar.
Öyle iddia edildiği gibi gözleri gör etme ihtimalinden çok
gözlerin kararmasına, sonra da yüzlerin kızarmasına neden olur yumurta.
Yumurta normal olmayan hallerde öfkeli insanlar tarafından zoraki yedirilir.
Demokrasinin bu tür bir mutfak eylemleri vardır siyasette.
Öfkeli hitabetin etkili bir ayıbıdır.
Ve asla sanat değildir.
Yok, illa da sanattır diyenlere diyeceğim odur ki:
Ben tükürürüm böyle sanatın içine…
Nedir bu gerilim anlıyor değilim.
Aslında bu ülkede iktidar oldukça başarılı işler yapmaktadır diyebilirdim.
Bu iktidar Türkiye’ye bir vizyon kazandırmış mıdır sorusuna da
Evet; yeterli olmasa da gerekli girişimleri gerektiği şekilde yapmaktadır da diyebilirim.
Gözü kara bir batılılaşma saplantısından, biraz daha makul yaklaşımlar noktasına gelindiğini, sırtımızı döndüğümüz veya döndürüldüğümüz doğuyla da gerekli yakınlaşmaların yeniden sağlanmakta olunduğunu, Komşularımız arasında ve dünyada; dünden daha iyi durumda olduğumuz her haliyle görülmektedir diyebilirim.
Tamamlanması yılan hikayesine dönen ancak iktidar tarafından tamamlanan Samsun - Sarp duble karayolunun bölgemize ve ilimiz turizmine  ilaç gibi geldiğini…
Artık trafik kazaları ve buna bağlı ölümlerin çok çok azaldığını…
Huzurlu bir seyahatin yapılabilmekte olduğunu belirtebilirim.
Ayrıca ilimiz merkezi yönetimden aldığı katkılar nedeniyle adeta şaha kalktığını da belirtebilirim…
Dönüşüm projeleriyle ilimizde; izbe, mezbelelik mekânlar yıkılarak yeşil alanlara dönüştürüldüğünü,
Trabzon şehri bu gün TOKİ sayesinde modern kent görüntüsüne kavuşmakta olduğunu, Kent trafiğinde iptidai tedbirlerin yanı sıra esasa yönelik projeler gözlendiğini.
Trabzon’umuzda daha çok yeşil alan, daha çok spor tesisleri ve uzun yürüyüş yolarının mevcudiyetinden de bahsedebilirim…
Ve ayrıca sağlık yönünden de ilimiz bir hastaneler şehri haline geldiği ayrıca güzel bir gerçektir.

İşte tüm bunlar olumlu izlenimler olarak gözlenirken,
Bu iktidar; neden gençlerini, işçilerini ve daha çok muhalif olanlarını azarlamakta, aşağılamakta, dövmekte ve böylece kafa, göz, kol, bacak ve de  onurlarını da kırmaktadır.
Neden bu çağda ve zamanda; dayak yiyen, aşağılanan, yerlerde sürünen per perişan edilen, anasından doğduğuna bin pişman edilen, bu vur vur inlesin sahneleri sahi neden…



DOST DOST DİYE…


Harun Yavruoğlu

Tarih: 04.12.2010 Saat: 10:22:55



Avrupa devletleri sanayide iyice geliştikçe özellikle ihtiyaç duyduğu emeğine muhtaç Türk işçilerini 1960`larda ismen çağırır ve bu işçilerle ikili anlaşmalar yapar.

Evet, Türk işçileri önceleri konuk işçi sıfatıyla ve “sadece erkekler” kaydıyla alınıyordu ve ‘dönüşüm ilkesine’ göre işçiler bir yıl sonra ülkelerine döneceklerdi.
Lakin umulan dönüş olmadı.

İlk gidenler, birinci kuşak, heim`larda, yani yurtlarda kaldı.
Ağır, kimsenin çalışmadığı işlerde çalıştılar…
Aileler parçalandı…

1970`lerde işçiler, konukluktan kalıcılığa yöneldiler. Sosyal haklar elde ettiler, dernekleştiler.

Ancak 1973 ekonomik krizinde Avrupa devletleri tarafından işçi alımları durduruldu. Çalışanlar yurtlarına dönmeye özendirildi.
Gel gör ki,  yine umulan dönüşler olmadı.
1980`lerde artık kalıcı olanlar, çalışma problemlerinin ardından kimlik dil, eğitim ve uyum sorunlarıyla karşılaştılar.
Bunun neticesi olarak Neo-Nazi saldırılarıyla soydaşlarımız baskılanmış, lakin yine korkup geri gönen olmadı…
23 Kasım 1992 tarihinde Mölln`de (Mordanschlag von Mölln) ve 29 Mayıs1993 tarihinde Solingen`de (Solingen Faciası) bu gruba karşı ırkçı saldırları düzenlendi, bu olaylarda 8 kişi öldürüldü.
Yine de kaçan göçen olmadı…

Bunun neticesinde Avrupa`da yükselen İslam fobisi:Türklerin istenmediğine dair inançlar oluştururken, köktencilik, bir yandan ırkçılık, bir yandan İslam düşmanlığı ile karşı karşıya kalmışlardır.
Türklerin Yabancı dil ve eğitim sorunları; Avrupa`nın hem dini yaşayışına hem seküler yaşayışına uyumsuzluk olarak devam etmiş, buna mukabil, zaman zaman Türk temsilcilerden yerel siyasi kurumlara, hatta milletvekilliğine seçilenler de olmuştur.
Fakat kütlesel olarak kültürel dışlanmışlık devam etmiştir.
Bunun neticesinde bu çilekeş soydaşlarımız: Enayi dümbeleği olmadığını göstermek için sosyal ve kültürel ve ekonomik dayanışmalarını sürdürmüştür.

Avrupa’da Sayısız Türk dernekleri; Ülkücü federasyonlar, Milli Görüş teşkilatları, Kürt dernekleri, Alevi dernekleri, tarikatlar, diyanet kurumları, cami ve cemaat birlikleri, vakıflar kurarak bu ülkelerde geleneklerini, dini inançlarını daha cesur ve özgür ifade edebilmişlerdir.

Kendini Türk olarak ifade eden, her türlü hakkını arayan. Asimilasyona direnen, hatta uyum sağlamayı bile neredeyse ihanet sayan bu Türkiye’min güzel insanları…

Bulundukları ülkelerin yozlaşan kültürüne uzak durmalarıyla, din ve geleneklerini yaşamaları nedeniyle bu malum medeniyet hokkabazları tarafından sürekli olarak itici bulunduklarını her fırsatta dile getirmişlerdir.

Bu kadir kıymet bilmez bu avantacı şımarık medeniyet yine bir devlet televizyonundan ve sözde bir mizah programı adı altında fasaryadan lakırdılarla Türklere hakaretler yağdırarak “En iğrenç millet Türkler” deme cehaletlerini, hatta ödlekliklerini gülünç bir halde dubara etmişlerdir.

Çünkü bu ukala güruh; maddi kalkınmalarını borçlu oldukları o eli nasırlı, gönlü hoş dostlarına artık eskisi kadar ihtiyaç duymamaktadır.

Çünkü yapı bitti inşaat paydos durumunu haber vermektedirler…
Çünkü bu frigo, bu gerzek, bu vefasız medeniyet:
Küstahtır.
Hoşgörüsüz ve görgüsüzdür.

yaşar bedri özdemir



“Ey Oğul! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.” Sanat Kaç Manat Bürokratın Derdine Mi Kültür? 2011 Kültür başkenti Trabzon’un görücüye çıkma yılı. Sanat ve kültür adına neler yapıldı, neler yapılacak?
İL ÖZEL İDARESİ Kültür Müdürü Mehmet Turan Özdemir, sanat adına naif duygularla didiniyor, sanat adına güzel şeyler yapmak için mücadele veriyor. Aynı özveriyle İl Özel idaresinin resmi sitesini hazırlıyor ve yayına sokuyor. Bizler de yardımcı oluyoruz. Trabzonlu edebiyatçılardan seçtiklerimizi gönüllü seferberlikle hazırlayıp veriyoruz.

Buraya kadar her şey güzel… Yapılması gerekenler yapılmış oldu. Çalışmayı gören İl Kültür Müdürü İsmail Kansız, beğenilerini iletti.
Ne var ki genel sayın sekreter İbrahim Kul, kültürsüzlük örneğini verir ve “icazet ve emir alınmadan hazırlanıp yayına sokulma gerekçesiyle, katli vaciptir deyu linklerden kaldırtır siteyi.
Cezalandırılan kim? Trabzon mu, Trabzon kültürü mü? Mehmet Özdemir mi?

Genel Sekreter, Küresel infiali tanımlayan fotoğraf sergisine de aynı sabotajı yapar. Ne var ki Sayın Valimizin o günlerde verdiği bir demeçte, sanata yaptığı göndermeyle ikiyüzlülük yapan vatandaş geri çekilip ZORAKİ SERGİ TEŞRİFLERİNİ gerçekleştirir.
Böyle bir sergiye icabet hiç şüphe yok ki sanatı, kültürü sevmeyenler için bir zul’dür. Kültür yoksunu vatandaşları öyle bir sanat ortamına getirme işkencesi hakka reva olmasa gerek.
Siz onları yemekli, sazlı sözlü eğlence mekanlarına davet etmelisiniz.

Sanatmış, resimmiş, şiirmiş, fotoğrafmış kimin umurunda?
Salvador Dali’nin aforizmasını hatırlattı bana vatandaşın bu mizanseni, gülümsedim.
Diyor ki koca dahi:
“Allah’a inanmadan nasıl ibadet yapılır?”
Bir kentin tarihini, kültürünü, sosyal yaşam ve aktivitelerini hazırlamak ALIŞILDIK BİR HAREKET OLMASA BİLE kültür birimlerinin zorunlu işidir.

Bu birim öngörülmüşse, yapılandırılmışsa, makamı oluşturulmuşsa ısrarla kültürü taca atmaya kimsenin yetkisi yoktur.
Kafası basmayanlar çeker gider, uygar Türkiye’nin inşasına inanan
AYDIN, KÜLTÜRLÜ, MEDENİYETLERİN İDAMESİNE EMEK VERECEK ÖZVERİ SAHİBİ GÖREVLİLER ATANIR.

İlgili Bakanı’nın mutlaka bir diyeceği olacaktır bu işe. Ya birimleri kaldırsın ya da sanata giden yoldaki ENGELLERİ ayıklayıp kültürün önünü açsın.

Kurulu kent kimliğini taşıyan 2750 yıllık bir kültür mirasını devralan zihin tarihinden söz ediyoruz. Bundan hiçbir şekilde haberi olmayanların devletin kadrolarını işgal etmesi en masum tabirle bu yüce millete yapılacak en büyük HAKARETTİR.

Teşekkür ve mükâfatı hak edenlerin tarih içinde lokmasını kestik, zindanlara attık, işkencelere tabi tuttuk, tutuyoruz… Ve bununla da övünüyoruz.

18 asır geçti. Şam’lılara karşın Muhyeddin ibn-i Arabi’ler yaşıyor, Hallacı Mansur’lar yaşıyor, Molla Kasım ne kadar yırtmış atmışsa hitmet sayfalarını Yunus Emr’ler dünyayı fethetti, Ebu Cehiller, rağmen İslamiyet dünyaya hakim oluyor, Konya’lılara rağmen Şemsi Tebrizi’ler ölmedi, Mevlana’lar ölmedi, Hızır Paşalar nefretle anılırken Pir Sultan’lar gönüller sultanı oldu…
Yırtıcı küreselleşmenin penceresinden bakmanın vahametinden hiç ders almayacak mıyız?
Gelmiş geçmiş en büyük entelektüellerinden şair. Yazar Victor Hugo’nun çok bilinen, siyasilere rehber olan sözünü hatırlatmak istiyorum.
Diyor ki o koca lüzumsuz adam!..

“BİR TOPLUMUN SİYASİ VE KAMU YÖNETİCİLERİ, MENSUP OLDUKLARI ULUSUN EN AZ 2000 YILLIK ULUSLAR ARASI İLİŞKİLERİNİ, SİYASAL VE KÜLTÜREL TARİHİNİ BİLMEDEN İŞBAŞINA GELMİŞLERSE GÜNCEL YAŞARLAR, GELECEĞİ İNŞA EDEMEZLER.”

Hodri meydan.
Bize bu kenti, ülkemizi, medeniyet ve uygarlık tarihimizi anlatacak, yaşatacak yöneticiler üç adım öne çıksın mezara kadar hizmetkârı olmaya hazırız.

Koca memalikte kültüre, sanata destek verebilecek yüreklilikte kaç bürokrat sayabilirsiniz?
Trabzon’a yakışan kültür dostlarını Sinop’lu Diyojen’in feneriyle arıyoruz, daha çok arayacağız.
Lideri başarılı lider yapan kadrosudur. Şayet kadrolar şarlatan, duyarsız, CAHİL ve yalaka olursa liderlerin kandiline ne kadar yağ koyulursa koyulsun geçmişini karanlıkta bırakır, geleceğini aydınlatmaz.
Kimse “WikiLeaks”in açıklamalarına kızmasın. Başımızı kumdan çıkarırsak gerçeklerimizle yüzleşmiş olacağız.
Özeleştiri erdemdir, olgunluktur.
İbrahim Kul gibi suyun başını tutan idarecilerden bir şey yapmasını bekle(ye)miyoruz bari yapılanları kösteklemesinler.
Gölge Etmesinler Başka İhsan İstemeyiz.
Bir gazetecinin görevlerinden en önemlisi haksızlıklarla, kişisel zaaflarına yenik düşenlerle mücadele etmek değil midir?
Engizisyon sendromu yaratmak isteyenler ne kadar güçlü olursa olsun gün gelir hesabını verir.
Nihal Atsız gibi söylersek: “Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile?”

Cinnete Çeyrek Kala Ya Da Türk Polisi Yakalar

Tahammülsüzlük had safhada.
Zorlayan yaşam standartlarının hayatımıza teğet geçtiği, kutsalların evrim ve şekil değiştirip totemleştirildiği bir zamanda her şey pamuk ipliğine bağlı, İNSANLIK ayrıntılarıyla koptu, kopuyor!...

Beşiktaş-Bursaspor maçında palalarla, döner bıçaklarıyla sergilenen düelloyu gördük. Önceki haftalarda Bursa’lı Spikerin ve Ertuğrul antrenörünün tahammülsüzlüğü ile hassasiyetleri kaşıyan, haddini aşan konuşmaları Bursalı fanatikleri tahrik ediyor.
Tahriklerin sonuncunda infialdir yaşanıyor.
Bilinen yalın gerçek perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Uzun yıllar maçlara alınmayan Bursalı taraftara konan ambargo kalktı fakat, fanatiklerin zihinlerinde kemikleşen ambargo kalkacağa benzemiyor.

Diziler, Behzat Ç, Küçük Bir Hatırlatma

Yine öğrenciyi polisle karşı karşıya getiren provokasyonlar karşısında çok çabuk manipüle olup aşırı tepki, şiddet ve kaba kuvvet öne çıkmaktadır.
Polisin copla ve biber gazıyla süren müdahalesi, orantısız güç kullanımı kaygılandırıyor beni.
Gece uykum kaçtı. “BEHZAT Ç” dizisine baktım. Behzat Ç ve polis arkadaşlarının her cümle kurgusu “lan”la bitiyor, ağır küfürler ve hakaret sözcükleri olmayan bir sahnesi bile yok. Zanlının kapısını çalıyor vatandaş kapısını açar açmaz komiserin yumruğu ile yere yıkılıyor. Hakaret, küfür ve dayak dizinin vazgeçilmezi.

Sormak istiyorum: Ey Türk polisi sen bu musun? Bu kötü propagandaya neden karşı çıkmıyorsun? Çok hoşuna gidiyor olmalı ki onlara özeniyorsun, şiddeti öncelikli görevin bellemişsin.
Unutma! Hayvana bile reva görülmeyen tarzla onurunu ayaklar altına aldığın senin halkın, senin kardeşin, rabbimizin yarattığı en şerefli mahlûkat.

En Büyük Zafer Nefsini Tanımaktır

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü Ayasofya Müzesi yokuşunda iki polisin vatandaşı tartaklaması olayı gözümün önünde cereyan etti.
Mahalle sakinlerinden Osman Murat Çağla nişanlısıyla tartışıyor, polis geliyor. Arbededir başlıyor.
Vatandaşın her türlü anormal haline psikolojik olarak hazırlıklı olması gereken polisler agresifleşip vatandaşa tekme tokat girişiyor.
Bu ülkeyi kaba kuvvet ve şiddet ortamına taşımak isteyen zihniyet ne insanidir ne de uygarlık biçimi.
Polisin görevi korkunç bir öfkeyle vatandaşı dövüp tartaklamak değil, kavgayı en az hasarla yatıştırmak olmalıdır.
Çocukların ve kadınların önünde polislerin bir vatandaşa kaba kuvvet kullanmasını, küfretmesini hoşgörüyle karşılamak mümkün mü?..
Öfke acı lokmadır, sahibini zehirler.
Halkın içinde kurulu bir bomba gibi dolaşan bu gibi şiddet eğimlisi, dayakçı görevlilerin psikolojik tedavi görmesi toplum huzuru açısından önemlidir.
O dayağı yiyen vatandaştan ömrü boyunca polis camiasıyla sağlıklı bir ilişki bekleyebilir miyiz?
Tıp öğrencileri tartaklandı İstanbul’da. Azıcık düşünelim, yarın o doktorun eline düştüğünde Hipokrat yemininin bir hükmü olacağını mı umuyorsun?
Osmanlı tarihçisi Cenabi`nin "Cenabî Tarihi" adıyla da bilinen "el-Hâfilü`l-Vâsıt ve Aylemü`z-Zâhirü`l-Muhît" adlı eserinin Süleymaniye Kütüphanesi`nde kayıtlı bir nüshasında 13.yüzyılda Söğüt’te yaşamış bilge kocası Şeyh Edebali’nin Osman Gaziye nasihatinden bir bölüm okuyorum. Bilmeyenler bilsin, unutanlar hatırlasın bu sözleri:
“Ey Oğul! …Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar…”
Bu güzel ata yadigârı nasihatin malzemesi insan olan her birimde tanıtılması, hoşgörüye en çok muhtaç olduğumuz bu zamanda ihtiyaç vardır diye düşünüyorum.
Polis, güvenliği sağlamanın yanı sıra, terapi ve şefkat müessesi olmadıkça; antipati toplayıp eleştirilecektir.

MEVZUATTA ADALETİN VE HUZURUN COPLA, TEKMEYLE SAĞLANMASI ÖNGÖRÜLÜYORSA elbette bir söyleyeceğim yoktur.
Osman Murat Çağla, çaresizliğini, 12 Eylül ihtilâlı işkencelerini aratmayan bir zulme tabi tutulduğunu anlatırken otuz yıl önceye gittim, tüylerim ürperdi.

Verdiği ifadeye göre; Mahallede kavga ettiği yunuslar merdivenlerde Osman’ın başını duvara çarparak götürür, ana avrat söver ve döver. Karakola değil asayiş büroya götürülüp dövülür, burnu kırılır, PARMAKLARINI PURUN DELİKLERİNE SOKUP sağa sola sürüklenir, bayılır su döküp ayıltılır, tekrar tartaklanır, cinsel organını çekiştirip yerlerde sürükler! Ağır hakaret ve küfürlere maruz kalır.

Polisler ekip arabasına alıp götürürken, Osman’ın nişanlısına öfkeyle “Hepimiz üzerinden geçeceğiz” gibi ahlaksız bir tehdit içinde bulundukları söylenir.

İyi de, merhametimize ne oldu beyler? Bu yapılanlar sana yapılsa, oğlunuza, kardeşinize, babanıza yapılsa kabul edebilir misiniz böyle bir aşağılamayı, işkenceyi?

Bu Durumda Aklınca Cezasını Verirken Hakimde Sensin, Yargıç Ta, Cezalandırıcı Da.

Madem durum böyle. Kendi mahkemelerini kurup cezasını keseceklerse; Avukatlara, Hakimlere, yargıçlara ne gerek var?
Erkan, hukuk, kanunlar, savcılar lüzumsuz yer işgal ediyor demek. Devlet, adalet, demokrasi, sözde kalmış demek.

Bir emniyet amirimiz cinayet şubede olayı kınarken güneydoğuda böyle bir tepkiye maruz kalmadığını söyler. Polise el kalkmazmış.
Olmadı sayın amirim.

TRABZONA VE TRABZONLULARA KARŞI NEFRET ÖNYARGINIZ ETİK DEĞİL.

Trabzon’da kaç tane polis, kaç tane asker öldürüldü? Trabzonlunun vatanperverliğini kimse sorgulayamaz.

Veda

“Şüphesiz her can ölümü tadacaktır!”
Sevgili Ali Yavruoğlu abim bir süre önce Hak’kın dergâhına yürüdüğünü öğrendim. Gülümsemesi, sadeliği, dürüstlüğü güzel abi simgelerimdendi.

Sevenlerine, dostlarına, ailesine, güzel kardeşim Harun Yavruoğlu’na metanet ve serin sabırlar diliyorum.


Facebook'da Paylaş Paylaş
Haberin devamı gazeteniz 'da
......................................................................................................................................................................
(NOT: Yapılan yorumlardan kişilerin kendileri sorumludur. Sitede yayınlanmaları, onları destekliyoruz
anlamına gelmez. Düzeysiz veya konuyla ilgisiz yorumlar yayınlanmayabilir.)


HABER YORUM
Sanatı kim için yapıyoruz? Gönderen: Mustafa Altınbaş
Tarih: 12.12.2010 04:50
Şehir: trabzon



Sayın Yaşar Bey; Sanatın toplum için olduğuna inan , topluma teşir edilince ,sanatçıyı şahlandıran duygularını daha iyi yansıtan bir hizmet olduğuna inanırdım. Fakat ülkemizde ve micro anlamda rantçılardan fırsat sağlayamamıza rağmen, onlarıda aşıp trabzonumuzda santsal eserlerimizi sergileme endişesi çekip sanatı sadece kendimiz için ve web ortamında paylaşmaklan yetiniyoruz. Bir sanatçı olarak hiç bir zevk almıyor . ve sanatsal duygularım köreliyor. Bu durumu yaşatan kişileri esefle kınıyor.Ve bir çok eserimi anlayamacakları çağda oldukları için onlara sunmaktan kaçınıyorum. ama sanatsal duyarlılığa sahip insanlarada sunamamaktan eksiklik hissediyorum. bu konuya önem vermenize teşekkür eder. tüm trabzonlu radikal sanatçılarla bir platforma taşıyıp bu konuyu marjinal hale getirip toplumun ve sanatçının önüne koymada sizlerle beraberim. yeni bir platformda beraber olmak dileğiyle.


Emek Gönderen: Ahmet ÖZDEMİR
Tarih: 10.12.2010 09:51
Şehir: kırıkkale



Keşke olmasaydı. Fatih Sultan Mehmedin torunlarına boyle işler yakışmaz Kösteklemek yerine destek verilmeliydi.


Trabzonda Kültür Sanat Gönderen: Metin KALAYCI
Tarih: 10.12.2010 12:18
Şehir: trabzon



Sayın Yaşar Bedri beyin trabzon ve kültürü hakkındaki yazısını ibretle okudum. Sanata katkı vermek trabzon kütürünü yaymak özümlemek isteyenlerle, baltalamak isteyenleri çok açıkça sergilemiş oldu.Ustaya ve yaptığı kültürel faaliyetleri engellenen M.Turan ÖZDEMİR beye saygılar..başarılar....

şefik türkmen

1949 yılında Akçaabat Çınarlık Köyü’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Akçaabat’ta, Liseyi Trabzon’da tamamladı. 1972 yılında KTÜ İnşaat ve Mimarlık Fakültesindenİnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu.  Üniversiteden mezuniyetini müteakip İller Bankası Trabzon Bölge  Müdürlüğü’nde  göreve başladı. 1974-75 yıllarında askerliğini Yedek Subay olarak  Eskişehir Hava Kuvvetleri İnşaat Taburu’nda yaptı. Askerlik dönüşü İller  Bankası’nda tekrar göreve başladı.
İller Bankası 17.Bölge Müdürlüğü’ne bağlı Trabzon, Giresin, Rize, Artvin, Gümüşhane ve  Bayburt İlleri dahilindeki Belediyelerin içme suyu ve kanalizasyon gibi altyapı tesisleri  başta olmak üzere Belediye hizmet binaları, otobüs terminalleri, soğuk hava deposu, mezbaha,  toptancı hali gibi tesislerin gerçekleşmesinde etüt - proje mühendisi, kontrol mühendisi baş mühendis, şube müdürü ve bölge müdür yardımcısı olarak görev yaptı.
İller Bankası’nda görevli olduğu süre içerisinde Belediyelerin altyapı tesisleri ve Belediye hizmetleri konusunda çok sayıda kurs ve seminere katılmış olan Şefik Türkmen, 27 Mart 1994  tarihinde yapılan mahalli seçimlerden itibaren Akçaabat Belediye Başkanlığını yürütmeye başladı.
Beş yıllık birinci dönemden sonra 18 Nisan 1999 mahalli seçimlerinde  ikinci ve 28 Mart 2004 seçimlerinde üçüncü dönem için halktan yetki alan Başkan Türkmen, Akçaabat’ta etkin bir yerel yönetim  oluşturma ve şehre çağdaş hizmet götürme yolunda çalışmalarını titizlikle sürdürmektedir. Şefik Türkmen evli ve bir çocuk babasıdır.

yaşar bedri özdemir

(Şubat 1956) Trabzon, Akçaabat Akçaköy Pınarbaşı Mahallesinde doğduğu rivayet edilir.
Cumhuriyet, İlk ve Ortaokulu, Trabzon Lisesi, Fatih Eğitim Enstitüsü, Türkçe bölümünü (1980) bitirdi. Okullu yıllarında  gazeteci, gündelikçi, çaycı, marangoz, mücellit, bazen de öğrenci oldu.
Nakkaş ve ressam olan Yaşar Bedri, 16 kişisel resim sergisi açtı. Açık hava ve karma resim sergilerine katıldı. Büyük boyutlu portre, poster, dekoratif duvar resimleri yaptı, ellinin üzerinde caminin kalemişi-hat çalışmaları ile sürdü görsel yolculuğu.
Hizmet, Türk Sesi, Olay gazetelerinde sanat sayfası yönetti. Fıkra, günlük, eleştiri yazıları yazdı. Trabzon'da yayınlanan Ezgi, Çıkın, Dinç Adımlar sanat-edebiyat dergilerine ilk kan nakli ve sürdürüm, Yakın Kültür, Gelecek, Ada dergilerine bir kaç ünite serum... MOR TAKA Şiir ve Kent Kültürü Dergisini çıkarıyor.
Ocak 2009'da, Görsel İmge levhalarını yayınladı.
Ülkeyi  motosikletiyle uzun yıllar gezdi, fotoğrafladı. Gezi günlüklerini 'Motosiklet Dünyası, Rasim Aydın' dergilerinde yayınladı.
Trabzon'da reklâmcı. Fotoğraf çekiyor. Motosikletiyle avarelik yapıyor.
Evli ve dört çocuk babasıdır.

KAZANIMLARI: (1996) Kodak, "Yarım elma" renkli baskı dalı fotoğraf mansiyonu,( 2000 )'Cabülka' ile Tuzla Belediyesi Roman 1.liği, (2004) Ömer Seyfettin hikâye üçüncülüğü, ( 2005) Ümraniye hikaye 1.liği, ( 2005 Tanpınar/ Bursa'da Zaman çalışmasıyla) Homeros Şiir İncelemesi Jüri Özel Ödülü .



YAŞAR BEDRİ'NİN YAYIMLANMIŞ KİTAPLARI

Ş i i r
Bağıracağım, (1975)
Azât Ettim Yürek Seni, (1978)
İdris, (1980,1984, 1997)
Adını Koyamadığım, (İdris'le beraber, 1984, 1997)
Bâbil'i Beş Geçe, (1992, 1997)
Yoksul, Derviş ve Uzakta, (1994)
Ölüm Dağlara Oğul Bırakınca, (1996)
Mu'tedil Bir Siyamlı, (1999)
Âh Minyatürleri, (2004)
Yitik Kalyon, (2005)
Tenha,(2008)

Anlatı
Sızıdır Beyoğlu İbranîce yazılsa da, (1994)
Hiç, (2007)
Ressamın Güncesi (2008)

Roman
Cabülka, Yolcu ile Derviş Meseli, (2004)

Şehrengiz
Trabzon'96, (1996)

Albüm
Fotoğraflarla Trabzon, (2006)



YAŞAR BEDRİ ÖZDEMİR

ünlü akçaabatlılar - harun yavruoğlu

 

 

 

 

 

harun yavruoğlu

1956 Trabzon Akçaabat'ta doğan Yavruoğlu'nun.
Karikatüre olan ilgisi ortaokul (temel eğitim )
yıllarında okulun duvar gazetesinde başlar.

Günümüze kadar toplam: 19 kişisel sergi açar,
Karma karikatür sergilerine iştirak eeder...
Karikatürleri çeşitli
gazete,
dergi ve
albümlerde yayınlandı.

Bununla birlikte 1985-86 yıllarında
Karadeniz Gazetesi Taka mizah sayfasını,
l990-92 yıllarında Hamsi mizah Gazetesinin yayın kurulunda yer aldım.
2000-2003 yıllarında Karadenizden Günebakış Gazetesinin
"Durum Karışık "mizah ve karikatür sayfasını hazırladım.
Halen Trabzon'da yayın hayatını sürdürmekte olan Zigana tv de
usta Karikatürist Hikmet Aksoy ve
karikatürist Nizamettin Mollasalihoğlu ile
pazar günleri yayınlanmakta olan "ŞAKA MAKA DERKEN"
proğramını yapan Harun Yavruoğlu.
Ayrıca,bu güne kadar,
içki,
sigara ve
uyuşturucu konulu
"LÜTFEN DİKKAT" ve
"DURUM KARIŞIK" isimli kaikatür albümlerinin yanısıra,
İkisi mesleki
(PTT ve
TÜRK TELEKOM) yayılarından olmak üzere toplam
dört kitabım yayınlanmıştır.
Katıldığı karikatür yarışmalarından çeşitli ödüller aldı.
Afiş.
vinyet ve
kitap kapakları çizdi.
Ayrıca karikatürün yanısıra çok sayıda
gazete ve sanat dergilerinde
yazı ve şiirleri yayınlandı.
Şiir yarışmalarından da ödüller aldı.

Harun Yavruoğlu
çeşitli illerden davet edildiğim şiir şölenlerine iştirak etti.
Bir dönem Karadeniz Yazarlar Birliği Meclis Başkanlığıında da bulunan Yavruoğlu,
halen 2007 tarihinde karikatürist dostlarıyla kuruluşunu gerçekleştirdiği
Trabzon Karikatürcüler ve Mizahçılar Derneği Başkanlığının yanısıra
TAKA Gazetesinde köşe yazarlığını yürütmektedir.

Türk Telekom Teşkilatında uzun yıllar
Eğitim ve Meslek Geliştirme Müdürlüğü.
Sağlık ve Sosyal İşler Müdürlüğü
görevlerinde de bulunan Harun Yavruoğlu,
Karikatür ve sanata daha fazla zaman ayırabilmek amacıyle
2005 yılında emekliye ayrıldı.
Harun Yavruoğlu evli ve iki çocuk babasıdır.



Karikatürün yanısıra şiirde de ödller alan Harun Yavruoğlu'nun "yumiko" adlı şiiri